Bu çalışma, psikiyatriste başvuran depresyon tanısı almış, üç kadın hastanın hem tanı konulmadan ve tedavi sürecine geçilmeden önce hem de tedavi sonlandıktan sonraki görüşme bulguları ve projektif test değerlendirmelerini kapsamaktadır. Depresyon; normal, geçici, anlık bir duygulanımdan bir hastalığın herhangi bir belirtisi ya da tam anlamıyla bir psikiyatrik bozukluk olarak ele alınmaya kadar birçok durumu kapsayabilen bir kavram olarak kullanılabilmektedir. Bu noktada, projektif tekniklerle yapılacak bir değerlendirme, tedavinin planlanmasını kolaylaştırmakta; ön planda olması gereken özelliklere odaklanmak üzere bir yol haritası sunaktadır. Depresyon tanısına psikotik özellikler eşlik ettiğinde hastaların ketlenmesinin iyice arttığı, konsantrasyon sağlamanın zorlaştığı, nesne ilişkilerinde gerilemenin yoğunlaştığı, uygunsuz duygulanım ve sanrısal düşünceler gelişebildiği görülmektedir. Uygulanan Rorschach ve TAT testlerinde depresyon ve psikotik semptomlar arasında yakın bir ilişki olabildiği, temel sorunsal ve tetikleyici neden değişse de nevrotik özellikler, depresif belirtiler, cinselliğin ketlenmesi ve savunma mekanizmalarının kullanımında benzerlikler olduğu dikkati çekmektedir. Bulgular, yoğun depresif duygulanımın yanında bütünleşmiş bir düşünce faaliyetinin işleyemediğine, bilişsel süreçlerdeki bozulmalara da işaret etmektedir. Düzenli bir ilaç tedavisi ve psikoterapi sürecinden sonra, psikotik semptomların anlamlarının açığa çıktığı ve duygulanımın düzenlendiği dönemde aynı projektif testler tekrarlanmış ve bütünüyle nevrotik yapılanmanın hakim olduğu, hem depresif hem psikotik işaretlerin ortadan kalktığı görülmüştür. Görüşmelerin başlangıcından itibaren test bulguları ışığında, nevrotik işleyişin ön planda olduğunun düşünülmesi doğrudan psikotik yapılanmaya yönelik bir tedavi girişimine engel olmuş ve daha sağlıklı bir iyileşme sürecine olanak tanımıştır.